23 Şubat 2011 Çarşamba


sen.
makinenin başındaki adam, atölyedeki adam.
yarın sana yarın su boruları ve yemek kapları yapmayı bırakıp
miğferler ve mitralyözler yapmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!
 
sen.

tezgâhı ardındaki kız ve büroda çalışan kız.
yarın sana el bombalarını doldurmanı
ve keskin nişancı tüfeklerine dürbün takmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

fabrika sahibi.
yarın sana yarın talk pudrası
ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

laboratuardaki araştırmacı.
yarın sana eski yaşamı yok edecek
yeni bir ölüm keşfetmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

odasındaki şair.
yarın sana aşk şarkılarını bir yana bırakıp
nefret şarkıları söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

hastasının başındaki hekim.
yarın sana cepheye gönderilecekler için
sağlam raporu yazmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

kürsüdeki rahip.
yarın sana cinayeti kutsamanı
ve savaşa övgüler yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

gemideki kaptan.
yarın sana buğday taşımayı bırakıp tank
ve top taşımanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

havaalanındaki pilot.
yarın sana kentlerin tepesine yakıp yok eden bombalar
yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

dikiş masası başındaki terzi.
yarın sana asker üniformaları dikmeye başlamanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

cübbesinin içindeki yargıç.
yarın sana askeri mahkemeye gitmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen.

tren istasyonundaki.
yarın sana cephane ve asker taşıyan trenlerin kalkması için
sinyal vermeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen. köydeki.

sen. kentteki.
yarın askere alma belgeleriyle kapına dikilirlerse,
yapacağın bir tek şey var:

hayır de!


sen. normandiya'daki ana,

ukrayna'daki ana,
sen san francisco'daki
ve londra'daki ana.
sen hoang ho
ve missisippi kıyılarındaki ana.
sen, nepal'deki ve hamburg'daki,
kahire'deki ve oslo'daki ana;
yeryüzünün dört bir yanındaki analar,
dünyanın tüm anaları,
yarın size askeri hastanelerde hemşirelik yapacak,
yeni savaşlarda savaşacak çocuklar
doğurmanızı emrederlerse,
yapacağınız bir tek şey var:

hayır de!


analar,


hayır de!


çünkü hayır demezseniz analar,

eğer hayır demezseniz,
işte o zaman,

pus çökmüş,

gürültülü liman kentlerinde
iniltiler çıkaran koca gemiler
suskunluğa bürünecekler
ve su almış dev mamut kadavraları gibi,
rıhtımların yosun ve midye bağlamış,
ölgün, ıssız duvarları önünde
miskin miskin yalpalayacaklar;
daha önce ışıltılar saçan
o görkemli gövdelerden,
bir balık mezarlığı gibi,
çürük,
sayrı,
ölü
kokular yayılacak...

tramvaylar,

iç karartıcı, aynalı kuş kafesleri gibi
eğrilip bükülecekler
ve bombaların açtığı çukurlarla kaplı,
yitik sokaklardaki damları delik deşik
barakaların ardında,
teller ve rayların şaşkın çelik iskeletlerinin
yanı başında,
patlamış taç yaprakları gibi
öylece uzanacaklar...

çamur rengi,

ağır, kurşun gibi
bir sessizlik
ortalıkta kol gezecek;
tüm oburluğuyla
büyüyerek,
okullara, üniversitelere,
tiyatrolara, spor alanlarına,
çocuk bahçelerine
ürkünç, açgözlü
ve önlenemez
bir biçimde
çöreklenecek...

bunların hepsi olacak...

altın sarısı, sulu üzümler
bakımsız yamaçlarda çürüyecek,
pirinçler kıraç topraklarda kuruyacak,
patatesler sürülmüş tarlalarda donacak,
ölü sığırların kaskatı kesilmiş bacakları
ters çevrilmiş süt sağma tabureleri gibi
göğe dikilecek....

enstitülerde,

büyük hekimlerin
dahice buluşları
çürüyüp küf tutacak....

son un çuvalları,

son çilek reçeli kavanozları,
balkabakları ve vişne suları
mutfaklarda, odalarda, kilerlerde,
soğuk hava depolarında
ve ambarlarda
bozulup heba olacak;
devrilmiş masaların altındaki,
paramparça tabaklardaki ekmek küf bağlayacak,
erimiş tereyağlar arap sabunu gibi kokacak;
tarlalardaki ekinler,
paslanmış sabanların yanı başında
bozguna uğramış bir ordu gibi
boyunlarını bükecekler;
fabrikaların çimenle örtülü tüten bacaları
un ufak olacak....

sonra,

deşilmiş bağırsakları
ve zehirlenmiş ciğerleriyle
son insan,
ışıldayan güneşin
ve yanıp sönen takımyıldızların altında
bir başına dolanıp duracak;
bir deri bir kemik kalmış,
çılgına dönmüş son insan
uçsuz bucaksız mezarlar,
dev beton blokların
soğuk putları
ve ıssız kentler arasında
yalnız başına
bir küfür gibi
dolanırken
şu
korkunç soruyu
soracak:

neden ?


ve bu soru bozkırlarda

hiç duyulmadan yitip gidecek,
yıkıntılar arasında sürüklenip
kiliselerin molozları
arasında yok olacak,
girilmez yeraltı sığınaklarına çarpıp
parçalanacak.
son hayvan-insanın
son hayvansı çığlığı
hiç duyulmadan,
hiç yanıtlanmadan
kan göllerinde
boğulacak....

bunların hepsi olacak,


yarın,


belki bu gece,


eğer...


eğer...


eğer...


hayır


demezseniz!


WOLFGANG BORCHERT