29 Aralık 2009 Salı

Sıkılınızzz


Hörmetler... Sıkılmanın faydalarından dem vuracağım bugün ve sizden sıkılmanızı isteyeceğim eyy benim su bazlı az nazlı, hayali okurlarım.

 Sıkılmak güzeldir. Bu cümle sanmayın ki "kirlenmek güzeldir" gibi bir zamanlar aşina olduğumuz bir deterjan firması reklamının farklı bir versiyonu. Yani cidden güzeldir. Tamam bunu kanıtlamak son derece zor ve yine tamam ki sıkılmak, her daim güzel değil; bazen... Ama şimdi bir anlığına sıkılmaya karar verseniz diyorum. Bir kaç dakika dahi hiç bir şey yapmadan duramayan insanlara dönüştük haberiniz var mı diyorum hemen ardından da.

 Biz ki yılbaşı gecelerinde babannemizle tombala oynarken burnumuzdan kan gelen bir güruhduk daha dün. Nooldu bize demeye hakkım olmalı benim de, değil mi? Noolduğu var mı... Görenin bir yerlerini kurtlar eşeliyo diyeceği türden, sabır yoksunu, oynak, zıpırdak insanlarız artık biz. Kim suçlu gibi bir soru sormayacağım  bu noktada çünkü onun açıklaması, korkunç uzun ve kasvetli olacak gibi geliyor bana. Onun yerine kaldığımız yerden, yazımızın temel motivasyonundan yola devam edeceğim izninizle...

 Sıkılmanın faydalarına verilebilecek en sarih örnek kuşkusuz Budizm öğretisinde saklıdır. Hatta burdan çok ciddi bir iddia ortaya atarak diyorum ki, budistlerin asıl olayıdır "sıkılmak". Kitaplarında geçmez, o ayrı. Nasıl bir iddiadır, iler tutar bir tarafı var mıdır bunun derseniz, şöyle ki...

 Şimdi sizi ele alalım. Bilgisayar başında internete giriyorsunuz tahminimce. Bir anda sırayla interneti, bilgisayarı, telefonu, ne biliyim ışığı kapattığınızı varsayalım. Öyle duruyorsunuz şimdi. Hiç bir şey yapmadan... Belki düşünmek az biraz, tek yaptığınız şu an. Bir süre sonra, reel yaşamınızda muhtemelen eli ayağı rahat durmayan, ordan oraya atlayan, sürekli bir atraksiyon halinde olan bir insan olduğunuzdan feci bir durumda olacaksınız çünkü sizin tekno-santrik dünyanızda sadece durmaya, gönüllü olarak kalakalmaya dair pek bir tanım da yok, üstüne üstlük buna dair ufak bir yaşanmışlık da yok. Vee.. Evet, şu an bir sıkıntı geldi o körpe iliklere, vücutta adım adım dolaşmaya, volta atmaya başlamış durumda. İşte tam da böyle bir anı yakalamak ve uzun süre muhafaza edebilmek, bildiğimiz Budist olmak demek değilse de budist-yarısı olmak gibi bir şey çünkü farketmediniz ama siz baya baya meditasyonal hareketlerde bulundunuz "hiç bir şey" yapmayarak. 

Bu süreçte neler olduğuna daha yakından bakacak olursak... Öncelikle etrafta etkileşime geçebileceğiniz hiç bir şey olmadığını farkettiniz. Hemen sonrasında ise yıllardır (belki de anne karnından beri) görüşmediğiniz kişiyle, pek tabii ki kendinizle muhattap olmaya başladınız. Bu aşamada kendinize dönerken, önce vücudunuza dokunmak suretiyle atlettir, dondur falan bir süre kontrol amaçlı yokladıysanız bir ileri aşamanın hemen kıyısında soteye yatmış bekliyorsunuz demektir lakin o aşama, kirlenmiş ruhunuzun derinliklerine doğru sıkıntılı ama gerekli bir yolculuğa çıkmanın ta kendisidir. İşte bu noktayı farkeden ilk kişi Buda'dır ve Budist tapınaklarda da bildiğiniz sıkılma egzersizlerinden başka bir şey yapılmamaktadır.

(Tabi "sıkılma" kelimesinin hiç bir suçu, günahı olmadığı halde "meditasyon" kelimesinin dillere monte edilmesi bu anlamda incelenmesi gereken bir başka önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor.)

Sonuç itibariyle Budizm bir "sıkılma sanatı", Buda ise dünyanın gelmiş geçmiş en çok sıkılmış, disiplinli bunalmış, daralmış ve tez cansız insanıdır derim ben. Bu bağlamda sevgili dostlar, sıkı canınızın değerini bilin derken, "sıkı can iyidir, kolay çıkmaz" mottosuyla bu garip yazıya bir nokta koymak gerektiğinin bilincine ulaşıyorum. Sıktıysam da özür dilemiyorum.

28 Aralık 2009 Pazartesi

yemyeşil bir çay

İrkildim

Sallantılı imgelemin çarptı gözüme

Dolup taştım

ışık hüzmelerinle

Sonsuzluğa akan çaydan yudumlanırken

seğirttin

Öylece baktın yüzüme

öylece

durdum

dondum

kaldım

veda ettim hüznüme

Noel için kadim bir hediye



Mübarek noelin yaklaştığı şu günlerde hepimizin içinde bir sıkıntı...

Sevdiklerimize, sevmeyip saymakla yetindiklerimize ve sevse beni diye inlediklerimize ufak tefek hediyeler alma telaşında olabiliriz pekala. Bahsettiğim sıkıntı da bundan ibaret çünkü ben küçük, küçücük bir burjuva olarak doğup büyüyüp yeşerdiğim şu melül bakışlı, fakirleştikçe daha bi mutlu ve gururlu oldukları iddia edilen insanlar coğrafyasında inanın ki başka bir şey düşünmem 31 Aralık'a bu kadar yaklaşmışken. Siz de düşünmeyin benimle birlikte. Madem hep birlikte kabul ettik "noel hediyesi almanın" ne kadar da büyük ve çözüm bekleyen bir sorun olduğunu, haydi birlikte bu seneki alternatiflerimizden aklımıza gelen ilkine göz atalım...

Çiçek (hele ki gül) :

Evet dostlar, çiçek.. Çünkü benim çiçekçi arkadaşlarım olmuştu geçmişte ve bu yüzden herkes çiçek almalı bence. Çünkü iyi insanlar onlar ve para kazanmalılar...

Bir başka önemli sebep de özellikle gül alınırsa ortaya çıkabilecek hoş bir enstantene ihtimali. Bunun gerçekleşeceğini bilsem inanın bi koşu demet demet gül alır gelirim. Demet demet demişken, o sebep, Demet ablamızın yıllar yıllar önce hoş bir şarkıyı biraz asabi bir tonda hafif sado-mazo bir atmosferde benim ve yaşdaşlarımın (90'larda çocuk olanlar diyim) körpe dimağlarına kazıdığı klibin, tabiri caizse "gülü yalayıp yutma" sahnesidir. Yani tabi klip icabı oluyo öyle bir şey ama ne biliyim, ceviz kadar aklımla ben, gülü dikenli biliyodum ve ne biliyim.. Ordaki sinirli bi abla gülü her ne kadar üstten ıssırsa da benim zihnim o çağlarda, en fazla "gülü seven dikenine katlanır"ı anlama kapasitesinde; hatta "katlanır"ı bile düz-anlamıyla kavrayıp, çevresine eblek eblek bakan bir zihindi belki de benimkisi, emin diilim şimdi ama etkilenmiş,hüzünlenmiştim..Kınalı Bebek isimli bu, benzer bir kaliteyi günümüzde pek bulamayacağımız pop şarkısı ve klibindeki sahnenin, bende bıraktığı izin zerresi kaldıysa beyin kıvrımlarınızın 90'lara ait herhangi bir yöresinde, koşun ve sevdiğinize kıpkırmızı bir gül alın. Ama demeyin ki "bu gülün hepsi biticek bugün", demeyin ki "çocukluk travmama götür beni sevdiceğim, yut şunu bi hele"... demeyin... Sadece gülü uzatırken, gözlerinizde saliselik bir parıltı yakıp söndürün. İnanın ki anlayıp yapacaktır bu şık hareketi o güzel mi güzel insan, o ki ne çakaldır anlamaz mı. Şimdi anlasa da yapmaz o diyenlere bir çift sözüm var. Noel'in gücüne bir tutam da olsun inancınız kalmadı mı a benim mevsimsel sevdalılarım, aşk simsarlarım, nifak tohumcularım. Öyleyse sizi bu yaşa, bu hale getiren gelenek-görenekler cidden bu yaşa kadar getirmiş ama bundan sonrası zor görünüyor bencileyin...

27 Aralık 2009 Pazar

Girizgah niyetine


Hayatın kavisli ve engebeli, yer yer arnavut kaldırımlarıyla süslü, yer yer gotik delhizlerle bezeli yollarında yürümek beraber; el ele sıçramak kültürden kültüre, dimağımızdan kalan kırıntıları engin rüzgarlara savurmak hoyratça, diğerkamca; prefabrik duvarlara tenha kafalarımızı vurmak zaman zaman, usulca, kırılganca; sevmek, sevişmek, barışmak, sarmaş-dolaşmak, tutunmak, tutkunmak birbirimize özlercesine, istercesine, beklercesine, gidercesine, severcesine, gülercesine, sövercesine..cesine..sine...