4 Ocak 2010 Pazartesi

esnaf sarayında mı bulacaktım aradığım huzuru

Herkesten gizli nasıl da gidiyordum oraya. Gizli mabedimdi orası benim, Dracula'nın Pensilvanyası'nda perili köşkü var ise benim de Esnaf sarayım var idi. Tam bir kültür adamıydım oysa insanların nazarında. Peki bayramlarda kapıya şeker için gelen çocuklara, kulağından fışkıran kültür parçacıklarından veren kişi ile Esnaf Sarayı adı verilen bu kadim yapının alt katında ikamet eden okul kantini kıvamındaki mekanda tost yiyip, çay içen kişi aynı kişi miydi dersiniz? Bunda bir gariplik, bir anormallik yok demeyin. O tostlar, o çayların hepsi tek bir amaç, tek bir ideal uğruna mideme iniyordu a dost bilip de en mahremimi paylaştığım insanlar... 
Kamuoyunda klasik müzikle doyurduğum sanılan ince, hassas, kırılgan ruhumun İsmail Y.K.'nın elinde oyuncak olduğunu kimlere söyleyebilirdim şu zalim dünyada, nasıl dile getirebilirdim. Kim anlardı he!! Kim anlardı, kim kulak verirdi, kim uzatıp yumuşacık omuzunu, "yaslan da ağla hele yiğidim, böğüre böğüre" derdi, kimmm!!!
Nasıl da yüksek duvarlar örmüştüm etrafıma, sanatsal tuğlalardan. Harcını metaforlardan kardığım o duvarların içinde oluşan anaforlarda nasıl da boğulmuştum. Nasıl da şu an bile Pink Floyd'un The Wall filmine gönderme yaparken aslında içimden "Nerdesinnn, beni unutsun demişsin.. Sööööleee nerdeeesinnn???" demek geliyorsa , işte öyle düşmüştüm dipsiz kuyularına Hades'in.
Yüksek sanattan daralıp bunalıp bıkıp da otantik lezzet arama klişesine katıldığımda anlamalıydım son durağımın İsmail olucağını. Ama insan yine de konduramıyor işte. Ne biliyim... Olmaz belki diyorsun, bir umut taşıyorsun yüreciğinde, bir hevestir geçer diyorsun ya geçmiyor işte... Ben de isterdim bir ömüüür boyu Tarkovski'ye sarılmak, Godard'la kapitalizmin çakıl taşlı bahçelerinde marksizmin çıkmazlarını tartışmak ya da ne biliyim Antonioni'nin sessiz insanlarına "konuşun biraz lan" diye bağırmak. Ama olmuyor işte, insan özünden kopamıyor tam olarak. O melül bakışlı İsmail, Çorum kütüklü bendenizin ruhunu ele geçiriveriyor ılık bir sonbahar mevsiminde. Artık yok dostlarım o, "azizim, üstadım, vb." nitelemeleri kullanan melankolik bakışlı, hep bööle bi hisli gibi duran sanatsever insan, yok artık, yokkk! Artık sadece bir avuç "topraaam" var. Özüm gibi severim seni İso, gırtlağına sağlık...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder